#Siyaset | İHA
17 Şub 2022 / Per 11:47
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye, NATOnun jeopolitik geleceğinin merkezindeki bir ülkedir. Türkiye, iki kutuplu veya çok kutuplu bir dünyanın gereklilikleri için değil, uluslararası sistemde güvenlik ve istikrarın sembolü olması gerektiği için NATOnun parçasıdır dedi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiyenin NATOya üyeliğinin 70. yılı dolayısıyla Başkanlığın konferans salonunda düzenlenen Değişen Dinamikler ve Uzun Süreli İttifak: Türkiye 70 Yıldır Daha Güçlü panelinin açılışında konuştu. NATOnun dünya tarihinin en geniş, en derin ve kurumsal anlamda en gelişmiş ittifakı olduğunu söyleyen Altun, Soğuk Savaş sonrası NATOnun dağılmak yerine daha yeni şartlara uyum sağladığını ve dünya barışına katkısının yüksek olduğunu dile getirdi.
NATO güvenlik kaygılarına cevap verebilecekse kendini sürekli yenileme kabiliyetine sahip olmalı
Türkiyenin NATOya bakış açısını üç ana başlık altında özetlemenin mümkün olduğunu söyleyen Fahrettin Altun, İlk olarak şunu net olarak ifade edelim ki Türkiye, NATOyu hep stratejik ve değerli bir ittifak olarak görmüştür. NATOnun sadece müttefiklere değil tüm dünya siyasetine sunduğu barış ve istikrar unsurunu önemsemiştir. Tüm ülkeler gibi Türkiyenin de NATO dışı ülkelerle elbette ilişkileri vardır. Bunlar NATOnun alternatifi olarak görülmemesi gereken ilişkilerdir. Aksine NATOnun beklentilerini tamamlayıcı niteliktedir. İkinci olarak Türkiye NATOnun içinde doğan kriz görüntülerinin NATOnun kurumsal yapısından kaynaklanmadığını, üye ülkelerin zaman zaman yükseliş ve düşüş gösteren beklentileriyle alakalı olduğunu görmüştür. Bu tür anlaşmazlıklar kimi zaman bütçe ve katkı hesapları üzerinden çıkmakta, kimi zaman da uluslararası siyasetin geçici konjektürel gündemlerinden etkilenerek doğmaktadır. Fakat öyle ya da böyle NATOnun kurumsal yapısı ve stratejik gerçekliği kendini dayatmakta ve üye ülkeler NATOnun şemsiyesi altında birleşmektedir. 60lı ve 70li yıllarda da tamir edilmesi zor kırılganlıkların ortaya çıktığı düşünülmüştür. Fakat 80li yıllarda NATOnun önemi kendini yeniden göstermiştir. Türkiye tüm bu dönemlerde NATOya olan ilgisinden hiçbir şey kaybetmemiş, kriz görüntülerinin ortadan kalkmasını katkı sunmuştur. Üçüncü olarak NATO yeni uluslararası şartlara uygun olarak sürekli kendini yenilemenin yollarını aramak durumundadır. Zira şurası çok açık bir gerçek ki, yeni şartlara uyum sağlayamayan hiçbir kurumsal yapı varlığını sürdüremez. Eğer NATO güvenlik kaygılarına cevap verebilecekse kendini sürekli yenileme kabiliyetine sahip olmalıdır diye konuştu.
Türkiyenin NATOnun en aktif, en güvenilir müttefiklerinden biri olduğunun altını çizen Altun, Türkiyenin NATOya üye olmadan önce de katkı sunduğunu ve NATO bütçesine en fazla katkı yapan ilk 8 müttefikten biri olduğunu söyledi. Altun ayrıca Türkiyenin, NATO harekât ve misyonlarına en fazla katkı yapan ilk 5 müttefik arasında olduğunun altını çizdi.
Türkiye, NATOnun jeopolitik geleceğinin merkezindeki bir ülkedir
Türkiyenin NATO görevleri kapsamında dünyanın farklı noktalarında NATOya destek sağlamaktan çekinmediğini söyleyen Fahrettin Altun, Türkiye, 70 yıl boyunca NATOyu gerekli gereksiz eleştiriye tabi tutmaktan kaçınmış, bu noktada yapılan eleştirileri de yersiz bulmuştur. Üye ülkelerle yaşadığı sorunları bile NATO şemsiyesi altında çözme yoluna gitmiştir. 70 yıl boyunca inişli çıkışlı dönemlerde dahi Türkiye, NATO ittifakını güvenlik ve dış politika gündeminin öncelikli başlığı olarak tutmuş ve önemli katkılar sunmaktan geri durmamıştır. Türkiye NATOnun jeopolitik geleceğinin merkezindeki bir ülkedir. Türkiye, iki kutuplu veya çok kutuplu bir dünyanın gereklilikleri dolayısıyla değil, uluslararası sistemde güvenlik ve istikrarın sembolü olması gerektiği için NATOnun parçasıdır dedi.
Türkiyenin NATOdan ve müttefiklerinden beklentileri olduğunu belirten Altun şu ifadelere yer verdi:
Birincisi NATO, Avrupadaki istikrara katkı sunduğu gibi Avrupanın sınırlarındaki istikrar arayışlarını da daha yoğun biçimde desteklemelidir. Sadece son on yılda Suriyede yaşananlar bile Avrupanın sınırlarında tüm dünyaya istikrarsızlık kaynağı olabilecek bölgelerin olabileceğini kanıtlamıştır. Bu coğrafyalarda ortaya çıkan göç ve terör gibi sorunlar yeni dönemin en acil çözüm bekleyen güvenlik sorunlarıdır. Türkiye, Suriyede DEAŞ ve YPG başta olmak üzere birçok terör örgütüne karşı aynı anda mücadele etmek durumunda kalmıştır ve başarılı bir mücadele etmiştir. Fakat NATO üyelerinden beklediği desteği alamamıştır. Türkiyenin meşru müdafaa haklarını kullandığı bu mücadeleler aynı zamanda NATOnun terörle mücadele beklentilerine de hizmet etmiştir. Ancak bazı NATO müttefiklerimizin Türkiyeyi desteklemek bir tarafa terör örgütleriyle kol kola görüntü vermiş olmaları bazı terör örgütlerini diğer terör örgütlerine karşı kullanmış olmaları üzücü ve kabul edilemezdir. Ukrayna nasıl NATOnun ilgisini hak ediyorsa, Afganistan ve Afganistandaki El Kaide nasıl NATOnun önceliği olmuşsa Suriyedeki terörle mücadele ve Suriye iç savaşında istikrarsızlık çıkaran terör örgütlerinin ve dış güçlerin dengelenmesi de aynı derecede NATOnun gündemi haline gelmeliydi, gelmelidir. İkinci olarak Türkiye, NATOnun caydırıcılık ilkesine hassasiyetle yaklaşılmasını beklemektedir. NATOyu NATO yapan bu caydırıcılık ilkesidir. Bu ilke sayesinde uzun yıllar boyunca NATO müttefikleri, tüketici savaşlardan, yıkıcı savaşlardan uzak durmayı başarabilmiş, bu da dünya siyasetinin istikrarını korumuştur. Ancak son yıllarda bazı üye ülkelerin isteksizlik göstermeleri NATOnun caydırıcılığını aşındırabilecek niteliktedir. Her ne pahasına olursa olsun, NATOnun birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için ilkesinin çiğnenebileceğine dair bir görüntü vermekten uzak durulması gerekir. Bu noktada tüm müttefiklere kolektif savunma taahhüt eden NATOnun 5. maddesi, ittifakın kimliğini ve kültürünü inşa eden unsurdur. Söz konusu taahhüt, ülkelere karşı seçici olarak kullanılırsa NATO bu kimliği ve gücünü kaybedecektir. Üçüncüsü NATO sadece uluslararası askeri güvenlik sağlayan bir örgüt olarak görülmemeli, aynı zamanda üye ülkelerin istikrarlarını da desteklemelidir. NATO özellikle son 30 yılda sadece askeri güvenliğin ötesine geçen bir anlam taşır hale geldi. Gerek terörle mücadele ve gerek insani güvenlik konuları artık NATOnun yeni güvenlik kavramsallaştırması içerisinde kendisine daha geniş bir yer bulmak durumundadır. Terör, iklim ve küresel salgın NATOnun yeni misyonunun parçası olmalıdır. NATO sadece bu bağlamda coğrafi değil, ilgilendiği mevzular açısından da bir genişlemeye gitmelidir. NATO üye ülkelerin sınırlarını korumanın ötesinde üye ülkelerin istikrarına ve kamu düzenlerinin sürdürülmesine de destek olmalıdır. Zira NATO üyesi ülkelerden herhangi birinin yaşayabileceği siyasi krizler, ittifakın caydırıcılığına büyük darbeler vurabilir. Üye ülkeler siyasi ve ekonomik istikrara sahip olmalı ki, NATO da dünya siyasetine istikrar sunabilsin. Türkiyede yaşanan 15 Temmuz hain darbe girişimi bu bakımdan oldukça öğretici bir tecrübeye işaret eder. Kurumsal olarak NATO darbecilere karşı Türkiyenin güvenliğini önceleyen açıklamalar yapmış olsa da, maalesef bazı üye ülkeler aynı dikkati göstermedi. Hala darbecileri, teröristleri Türkiyeye teslim etmeyen ülkeler vardır. Böylesi boşluklar NATOnun geleceği adına zararlı sonuçlar doğuracaktır. Üye ülkeler birbirlerinin demokratik kurumlarına ve hukuk düzenine de sahip çıkmakta tereddüt gösteremez.