#Sağlık | İHA
26 Şub 2024 / Pzt 10:54
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi H. İbrahim Öztürk, yeme bağımlılığının, tıbbi yazında ilk kez 1950lerde yer bulmaya başlasa da son yıllarda artan bir sorun haline geldiğini ve daha fazla araştırmaya konu olduğunu söyledi.
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, obezite yaygınlığının artışıyla birlikte obez kişilerde sıklıkla gözlenen aşırı ve tıkınırcasına yeme davranışlarından yola çıkarak yemek yemenin bir tür bağımlılık haline dönüşebileceğine ilişkin soruların gündeme geldiğini kaydetti.
Yeme bağımlılığı ile ilişkili yapılan araştırmalarda, bağımlılığın temel ölçütleri olarak bilinen aşerme, zararlarının bilinmesine rağmen kontrolsüz tüketme yani denetimini yitirme ve tolerans gelişim süreçlerinin birçok klinik ve preklinik (geliştirilen ürünün kullanımı öncesinde etkisinin-güvenliliğinin incelendiği ilk aşama) çalışmada gösterildiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle devam etti:
Özellikle basit karbonhidratlar ve yağlar olmak üzere bazı besinlerin, bağımlılık yapıcı maddelere benzer şekilde insan beyninde etki göstermesi yeme bağımlılığı kavramını desteklemektedir.
Bu anlamda hayatta kalmak için muhtaç olduğumuz yemek yemenin, bir tür bağımlılığa dönüşürken, işlenmiş yiyecek sanayisinin gelişimiyle birlikte daha lezzetli, daha yüksek karbonhidratlı ve yağlı yiyeceklerin çeşitlerinin artması, kolay ulaşılabilir olması ve bu yiyeceklerin çekici reklamlarla sunulmasının rolü vurgulanmaktadır. Aşırı işlenmiş gıdaların oluşturduğu aşırı lezzet hissi, içerdiği çabuk emilen basit karbonhidratların kan şekerini hızlı yükseltmesi, beyin tarafından ödül merkezlerini az işlenmiş veya işlem görmemiş gıdalara kıyasla daha güçlü uyarması bağımlılık için zemin oluşturmaktadır.
"Sağlık sorununa yol açma riski taşımaktadır"
Yemek yemenin, yaşamak için zorunlu olmasının ötesinde lezzetli yiyeceklerin verdiği haz ve keyif nedeniyle bazı kişilerde olumsuz duygularla baş etme yolu olarak da kullanılabildiğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
Fazla kilolu ve tedavi için arayışta olan gençler arasında yapılan bir çalışmada mutsuzluk, kaygı vb. gibi olumsuz duyguların varlığında yeme davranışı üzerinde kontrolü kaybetme ve duygu düzenleyici olarak yemek yemenin ortaya çıktığı ayrıca bu kişilerde depresyon oranlarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Duygusal yeme olarak bu durum genellikle stres, korku, üzüntü, endişe, yalnızlık, can sıkıntısı, yetersizlik vb. duyguların hissedilmesinin sonucu kişinin fiziksel olarak aç olmamasına rağmen engel olamadığı yeme arzusu ve davranışı diye tanımlanmaktadır. Bu zararlı başa çıkma yolu, olumsuz ruhsal sonuçlarının yanı sıra kilo sorunları, kalp ve damar hastalıkları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol gibi bir dizi sağlık sorununa da yol açma riski taşımaktadır.
"Kişiye özgü tedavi yaklaşımları iyi sonuçlar vermektedir"
Obeziteyle yeme bağımlılığı arasında sebeplerinin yönünü belirlemenin güç olsa da aradaki kuvvetli ilişkinin birçok çalışmayla gösterildiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, özetle şu değerlendirmeyi yaptı: Yeme bağımlılığının tedavisi de mevcut haliyle obezite veya aşırı yemeyle giden başka bir durumun (Özellikle tıkınırcasına yeme bozukluğu) tedavisinden çok ayrışmış durumda değildir. Yeme bağımlılığı için ruhsatlandırılmış bir ilaç tedavisi olmamakla birlikte bazı yeme bozuklukları ve obezitede kilo verme amaçlı kullanılan bazı ilaçların, yeme bağımlılığıyla ilişkilendirilen nörobiyolojik devreleri kapsadığı vurgulanmalıdır. Ayrıca yeme bağımlılığı bulunanlarda depresyon, anksiyete bozukluğu gibi artmış psikiyatrik eş tanıların varlığı da tedavide ilaç kullanımını gündeme getirebilmektedir. Bunun yanında bağımlılık benzeri yiyecek tüketimine yönelik bazı psikososyal ve müdahaleler, nöromodülasyon tedavileri ve davranışçı terapi gibi psikoterapi yaklaşımları mevcuttur. Kişiye özgü, bütüncül tedavi yaklaşımları yeme bağımlılığı tedavisinde daha iyi sonuçlar vermektedir.