GRTC’nin ’Yerlilik ve Millilik’ projesinde, ’Bilimsel havzalar’ İstanbul’da tartışıldı

#Güncel Olaylar | İHA
04 May 2019 / Cmt 20:42

Düşünce kuruluşu GRTC-Küresel Araştırma ve Düşünce Merkezi, İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’nce desteklenen ’Bir Kimlik İnşası: Yerlilik ve Millilik’ projesinde ’Türk Bilim havzaları’nın ele alındığı çalıştayını İstanbul’da düzenledi.

Çalıştayın açılış konuşmasını GRTC Başkanı Mustafa Önsay yaptı. Önsay, Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte hem yön değiştirmeye başladığını, hem de yeni bilim ve kültür havzalarının oluşumuna şahitlik ettiğini ifade etti.
Önsay, "İslamiyet bir din olarak ortaya çıktıktan kısa süre sonra dünyanın mamur bölgelerine hakim olan bir medeniyete dönüşerek klasik dünyanın bilim ve kültür havzalarını dönüştürmüş ve yeni bilim ve kültür havzaları oluşturmuştur. Hicri ilk yüzyılda Arap ve Fars merkezli bu gelişme, Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte hem yön değiştirmeye başlamış hem de yeni bilim ve kültür havzalarının oluşumuna şahitlik etmiştir. Abbasilerin orta döneminden itibaren Türklerin İslam topraklarının siyasi hakimiyetini ele geçirmesi ve müteakip yüzyıllarda Anadolu, Balkanlar, Hindistan, Kırım ve Rusya içlerini İslamlaştırarak siyasi hakimiyetini geliştirmeleri, bu topraklarda Meraga, Konya, Malatya, Bursa, İstanbul, Selanik, Bosna, Leknev ve Siyalkut gibi önemli şehirlerin kültür merkezi olmasını sağlamıştır. Hicri ilk iki yüzyılda dünyanın düşünen zihni, Mekke, Medine, Şam, Basra, Küfe ve Bağdat iken ikinci yüzyılın sonlarından itibaren bunlara Belh, Semerkant ve Buhara eklenmiştir. Hicri altıncı ile sekizinci yüzyıllarda dünyanın düşünen zihni, Memlük Kahire’si, Selçuklu Konya’sı ve İlhanlı Meraga’sına taşınmış, onuncu ile on üçüncü yüzyıllarda ise bunların yerini önemli ölçüde Osmanlı İstanbul’u almıştır. Öte yandan Endonezya ve Malezya gibi uzak doğu bölgeleri ile iç Afrika, Müslüman tüccarların çabalarıyla İslamlaşmış ve buralarda büyük Müslüman hanedanlıklar kurulmuştur. Sonuçta bu kültür havzalarının Türkiye açısından iki önemli özelliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır" diye konuştu.

"KATKILAR SUNMAYI HEDEFLİYORUZ"

"Proje içinde gerçekleştirdiğimiz çalıştaylarla tarihsel ve kuramsal arka planı dikkate alınarak Müslüman Türk kimliğinin yeniden tahlil, tenkit ve yeniden inşasına katkılar sunmayı hedefliyoruz" diyen Mustafa Önsay, "Birincisi, bu bölgelerin yaklaşık bin yıl Türkler tarafından yöneltilmiş olmalarıdır. Bu bağlamda Türkler, sayılarını şu anda tam olarak bilemediğimiz ulus çeşitliliğini yönettiği gibi onların siyasi ve toplumsal kültürünü de kendi siyasi ve toplumsal kültürüyle mezcederek dönüştürmüştür. Bu durum, Türk siyasal kültür ve töresinin bin yıl boyunca büyük imparatorluklar seviyesinde tatbikini, tadilini ve dönüşmesini sağladığı gibi Cüveyni, Gazzali, Nizamülmülk, Nasiruddin et-Tusi, Dede Cönki, Kemal Paşazade, Ebu’s-Suud Efendi, Taşköprizade gibi büyük siyaset düşünürlerinin yetişmesini sağlamıştır. Adı geçen düşünürler, hem İslam öncesi Türk siyasi adabını, hem Fars ve Roma siyaset geleneklerini hem de İslam’la birlikte dünya sahnesine çıkan siyasi bilinci bir bütün olarak değerlendirmişler ve bu bütün doğrultusunda yeni bir ahlak ve siyaset düşüncesi geleneği inşa etmişlerdir. İkincisi ise İslam topraklarının bilimsel ve kültürel etkileşiminin özellikle de Abbasi, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı gibi büyük devletlerin sağladığı güvenlik ortamında siyasi sınırları da aşan bir Daru’l-İslam (İslam Yurdu) kavrayışına sahne olmasıdır. Bu bağlamda gerek din mensupları gerekse ulema, seyfiye ve kalemiye siyasi sınırların ötesine geçen bir dolaşım ve etkileşim ağı inşa etmiştir. Söz konu ağ, bir yandan on yedinci yüzyıla kadar dünyadaki bilimsel ve kültürel gelişmelerin Müslümanların öncülüğünde yürütülmesini sağlamış diğer yandan ise İslam topraklarının siyasi yapısını temel ahlaki ve siyasi erdemler doğrultusunda kendi kendisini eleştirel bir dille yenileyen muhkem bir yapıya kavuşturmuştur. Son asırdaki gelişmelerle önemli ölçüde unuttuğumuz bu tarihin yeniden hatırlanması ve çağdaş bilincimizin inşasına ne gibi katkılar sağlayacağının tartışılması Türkiye’nin ve Türk milletinin tarihinin zorunlu kıldığı bir durum olarak değerlendirilmelidir. Proje içinde gerçekleştirdiğimiz çalıştaylarla tarihsel ve kuramsal arka planı dikkate alınarak Müslüman Türk kimliğinin yeniden tahlil, tenkit ve yeniden inşasına katkılar sunmayı hedefliyoruz" ifadelerini kullandı.

ÇALIŞTAY DA SUNUM YAPTILAR

Çalıştay da sunum yapan Doç. Dr. Adem Arıkan İslam tarihinde ortaya çıkan mezheplerin mensuplarının tarihte ve günümüzde yoğun olarak yaşadıkları bölgeler, siyasi faaliyetleri, ilim merkezleri, günümüzde yaşadıkları bölgelerin haritası hakkında bilgi verdi. Hariciler, Mürcie, Mutezile, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Selefiyye, Matüridilik, Eşarilik, Şia, Zeydiyye, İsmailiyye, İsnaaşeriyye, Nusayrilik, Dürzilik, Babilik ve Bahailik, Kadıyanilik ve Yezidilik başlıca mezhepleri tarihi süreçleri ve birbirleriyle ilişkilerine işaret ederek ele aldı.
Hind havzasındaki bilimsel havzaları inceleyen Dr. Ahmet Aydın, kadim ilim ve medeniyet havzalarından biri olan Hind bölgesinin Babürlüler döneminde müstakil bir İslam ilim havzası mahiyeti kazandığını belirtti.
Dr. Abdurrahman Atçıl ise, Anadolu ve Balkanlar’ın XV. yüzyılın ilk yarısında ilim havzası olarak ortaya çıkışını tartıştığı konuşmasında siyasi istikrar, çok sayıda büyük selatin medresesinin inşası ve çok sayıda yüksek seviyeli alimin gelip yerleşmesi gibi faktörlerin bu bölge ilim havzasının oluşumunda önemine dikkat çekti.
Hicaz havzası inceleyen sunumunda Prof. Dr. Mustafa Büyükaşçı, Tevhidi inancın merkezi olarak sıfatlandırdığı Kabe ve Hicaz havzasının tüm İslam dünyası için başrolünü vurgularken tabiin döneminden itibaren Mevali unsurların ağırlık kazandığını İslam dünyasında hicaz havzasının hicri ikinci yüzyıl sonrasından itibaren Vahhabiliğin ortaya çıkışına kadar havza kabiliyetini yitirse de tüm havzalara ana rengi vermeye devam ettiğini ifade etti.
Bugünkü sınırlar açısında beş ülkeden oluşan Şam havzasını ele alan Ömer Kelhüseyin sunumunda, Müslümanların Yahudilerle Medine’de karşılaşırken Hristiyanlarla karşılaşmasının Şam bölgesinde gerçekleştiğini, Emeviler devri boyunca merkezi rolü üstelenen Şam havzasının merkezi Bağdat’a taşıyan Abbasiler dönemi ile merkezi havza kabiliyetini yitirdiğini dile getirdi.
Maveraünnehir havzasını inceleyen Prof. Dr. Osman Aydınlı sunumunda bölgenin en büyük, en etkin ilim havzası özelliğini kazanmasının tüm tarihsel, yapısal, coğrafi gerekçelerini sıralarken kağıt üretiminin merkezi oluşunun Semerkant’a kazandırdığı avantajları belirtti.
Bütün sunumların müzakereciler tarafından derinlemesine tartışıldığı çalıştayın yönetimini deruhde eden Prof. Dr. Ömer Türker yapılan bu çalıştayın bugün ve gelecek açısından önemini ve yıllara sari bir şekilde konunun tüm ayrıntılarına nasıl inileceği hakkında bilgi verdi. Türker, en başta bir ilim havzasının nasıl oluştuğu, hangi şartları nasıl gerçekleştirdiğinde havza olabileceğini belirlemenin temel öncelikleri olduğunu ve oluşturulan bu modelleme ile tüm ilim havzalarının en ayrıntısına kadar inceleneceğini ve bu birikimin tüm potansiyeliyle bugün önümüze koymanın, gerekli tevarüsü sağlamanın İslam dünyası açısından ne kadar önemli olduğunun bugün daha iyi anlaşıldığını sözlerine ekledi.